20 KİLO, 20 DOLAR,
HEPSİ BU, HADİ YALLAH…
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve
dostlarım,
Türkiye
Cumhuriyetinin 28ci Hükümeti, Türkiye’de yaşayan Yunan tebaalı yaklaşık 12 bin Yunan
vatandaşını 1964 yılında sınır dışı etti.
Şimdi bu
bir sınır dışı etme olayı mı idi?
Ya da
buna tehcir mi demeliyiz?
Yoksa bu
bir sürgün müydü?
Buyurun, okuyun buna siz karar verin.
1964 YILINDA TÜRKİYE’NİN DURUMU:
1964 yılında Türkiye, 28ci hükümet ile
idare ediliyordu. Başbakan, İsmet İnönü idi. 3 Ocak 1964 tarihinde meclisten
güvenoyu alarak işbaşı yapmışlardı. Bu bir azınlık hükümeti idi ve bağımsızlar
tarafından desteklenmekteydiler. 20 Şubat 1965 tarihine kadar iş başında kalmışlardır.
1964 YILINDA KIBRIS’IN DURUMU:
Altmışlı yıllarda Kıbrıs çok karışıktı. Rumlar
ENOSİS istiyorlardı. Yani Kıbrıs ile Yunanistan birleşsin diyorlardı. Elbette bunu
Yunanistan da destekliyordu. Türk tarafı ise böyle bir oldu bittiye karşı idi. Sokaklarda
“Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacak” diye sloganlar atılıyordu. Sonunda,
arabulucu Amerika bir çözüm buldu. Kıbrıs, iki toplumun ortak egemenliğine ve yönetimine
dayalı, iki eşit toplumun iç içe yaşayacağı bir cumhuriyet olacaktı. 16 Ağustos
1960da iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti doğdu. Baş Piskopos Makarios
Cumhurbaşkanı oldu.
Ancak Makarios, enosisten vazgeçmiyordu. Anayasada değişiklik
yapmaya kalktı. Ankara’yı bu vesile ile ziyaret de etti. 16 Aralık 1963
tarihinde Ankara teklifi kesin olarak reddetti.
Makarios anayasayı askıya aldı. Türk
milletvekilleri meclise alınmadılar. 5000 kişilik gizli EOKA gücü ve 950 kişilik
Yunan alayı adanın her tarafında Türklere karşı saldırılara başladılar. Pek çok
katliam yaptılar. Kanlı Noel olarak tarihe geçen olayda Tabip Binbaşı Nihat
İlhan’ın eşi ve üç çocuğu banyo küvetinin içinde katledildi. Türk uçakları
Kıbrıs üzerinden alçak uçuşlara başladılar. Yunanistan – Türkiye savaşı her an
çıkabilirdi.
Kıbrıs meselesine burada nokta koyuyorum.
Çünkü konumuz Kıbrıs değil. Maksadım o gün alınan kararların iç yüzünü
anlayabilmek için durum hakkında kısaca bilgi vermektir.
MEVCUT TÜZÜK:
Lozan anlaşmasından sonra Yunanistan’da
yaşayan Türklerle, Türkiye’de yaşayan Yunanlılar mübadele edilmişlerdi. Bu
mübadele sırasında da çok gözyaşı akmıştır. Venizelos ile Atatürk 30 Ekim 1930
da Yunan-Türk İkamet-Ticaret ve Seyrüseferin anlaşmasını
imzaladılar. Buna göre her iki ülkenin vatandaşları hiçbir kısıtlama olmaksızın
Yunanistan veya Türkiye’de istedikleri gibi ikamet edebilecekler, ticaret
yapabilecekler, mal mülk edinebileceklerdi. Niyetleri Lozan anlaşmasında
aksayan tarafları düzeltmekti.
Yukarıda anlattığım Kıbrıs meseleleri
yüzünden 16 Mart 1964 tarihinde İnönü hükümeti işte bu anlaşmayı tek taraflı
olarak fesh etti. İnönü hükümetinin niyeti, Yunanistan’ı dize getirmek için
Türkiye’de doğmuş büyümüş ancak Yunan uyruklu olan Rumları bir şantaj aracı
olarak kullanmaktı. Eğer Kıbrıs’ta anlaşma sağlanırsa Rumlar geri
dönebilirlerdi. Sağlanamadı. Bir daha dönemediler.
Şimdi yaklaşık 12 bin Yunan uyruklu
Rum’un Türkiye’den gönderilişlerinin hikâyesine bakalım.
1964 yılına kadar Türkiye’de yaşayan Rum
Cemaati iki tebaadan oluşuyordu. Türk tabiiyetinde olanlar ve Yunan
tabiiyetinde olanlar. Rumlar için tabiiyetin bir önemi yoktu. Hatta birçok Rum,
komşusunun hangi tabiiyette olduğunu bile bilmezdi. Neticede bütün Rumlar
İstanbul’un kadim halkıydılar. Onlar 3-5 yıl evvel İstanbul’a gelmiş insanlar
değildiler. Neredeyse tamamı 1964 yılına kadar Yunanistan’ı bile görmemişlerdi.
Boş verin kendilerini babaları bile görmemişti. Sadece belirli zamanlarda
ikamet tezkerelerini uzatıp hayatlarını sürdürüyorlardı.
GÖNDERİLİYORLAR.
İnönü hükümeti anlaşmayı tek taraflı
olarak feshettikten 9 gün sonra, Yunan tabiiyetinde olan Rumları göndermeye
karar verdi.
Yunan tabiiyetinde olan Rumlar
gönderileceklerini gazetelerden okuyorlardı. Her gün listeler çıkmaktaydı.
Dördüncü şubeye gitmeleri gerekiyordu. Gitmeyenleri polis alıp götürüyordu.
Orada kendilerine bir belge uzatılıyor ve “imzala” deniyordu. . Belgede
döviz kaçakçılığı yaptıklarını, Türkiye aleyhine politik faaliyetler gösteren “Eleniki
Enosis” örgütünün üyesi olduklarını, Kıbrıs’taki Yunanlı teröristlere para
yardımı yaptıklarını ifade ediyorlardı. Bununla beraber Türkiye’yi kendi hür
iradeleriyle terk etmekte olduklarını beyan etmekteydiler. Bu evrakı imzalamayı
kabul etmeyenleri dayak ve hapis, hatta işkence bekliyordu. Türk dış ticaret
hacmi o yıllarda 343 milyon liraydı. Oysa iddiaya göre Rumlar 500 milyon
liralık döviz kaçakçılığı yapmışlardı.
Rum iş adamlarına işlerini tasfiye etmek
için 10-15 gün süre veriliyordu. Bu süre bazen 48 saat de olabiliyordu. Türk
bankalarındaki hesapları bloke ediliyordu. Gayrı menkullerine el konuluyordu.
Gönderilen Rumların yanlarına kişi başına sadece 20 kiloyu aşmayan bir valiz
ile 200 lira (yaklaşık 20 dolar) almalarına izin verilmekteydi. Sınır
kapılarında resimlerin çerçeveleri alınıyor, altın diş var mı diye ağızlar bile
kontrol ediliyordu.
Giderken bile halen gönderildiklerine
inanamıyorlardı. Bir Rum kadını evinden ayrılırken komşusuna evinin
anahtarlarını verir ve der ki:
-Buzdolabının fişini çekmedim. Bir-iki güne kadar gelmezsek yemekleri siz yiyin. Yok, olmadı, kedilere verirsiniz.
-Buzdolabının fişini çekmedim. Bir-iki güne kadar gelmezsek yemekleri siz yiyin. Yok, olmadı, kedilere verirsiniz.
Gönderilmekten ne yaşlılar ne de engelliler kurtulabildi. Hatta ağır hastalar bile gönderildiler. Rahibeler bile gönderildiler. Eylül 1964 sonunda yaklaşık 12 bin Rum gönderilmişti. Fakat gerek akrabalık bağları, gerekse artık Türkiye’ye hiçbir güvenin kalmaması nedeni ile giden Rumların sayısı 45 bine, daha sonra 60 bine ulaşır. CHP’nin, azınlıklardan sorumlu 9uncu dairesi, Rumlara ilişkin “İstanbul’un fethinin 500cü yılında bir tek Rum’suz İstanbul” kararı biraz gecikmeli olarak uygulanmış olur.
Varlık vergisi ile ellerinde neleri var
neleri yok alınan Rumlar, İstanbul’dan ayrılmamışlardı. 20 sınıf birden ihtiyat
diye askere alınıp ellerine kazma kürek verilen Rumlar İstanbul’dan
kopmamışlardı. 6-7 Eylül’de 100lerce kadınına tecavüz edilen, mağazaları evleri
yağmalanan Rumlar İstanbul’u bırakmamışlardı.
20 KİLO, 20 DOLAR, HEPSİ BU, HADİ YALLAH…
Türkiye Cumhuriyeti Rumlar'ın ne olursa olsun İstanbul aşkından vaz geçmeyeceklerini anlamıştı. Sonunda Kıbrıs'ı bahane ederek ellerinde ne varsa her şeyi alıp neredeyse çırıl çıplak, başı dazlak zorla gönderdiler.
Rum olmaktan başka suçları ne idi?
Bugün İstanbul’da yaşayan Rum sayısı 2
binin altındadır.
Rumlar İstanbul’da iken “gâvur” idiler.
Ne yazık ki Yunanistan da onları pek öyle bağrına basmadı. Orada da “Türk
tohumu” oldular.
Sınır dışı edilenler arasında az sayıda
da olsa Türkiye’de yerleşik Yunan tabiiyetinde bulunan Yahudiler de vardı. Kimi
Yunan uyruklu Yahudiler gönderildiyse de bir kısmın Türkiye’de kalmasına göz
yumulmuştur.
Bu korkunç olayın tarihin tozlu
sayfalarının arasında kaldığı bir gerçektir. Ancak bakın çok önemli bir Türk siyasetçisi
BBC yayın kuruluşuna nasıl bir beyanat veriyor; öyle tozlu sayfalarda filan
değil. Yeni. 16 Mart 2010 tarihinde:
“Bakın benim ülkemde 170 bin Ermeni var.
Bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama 100 binini biz ülkemizde idare (!)
ediyoruz. E ne yapacağım ben, yarın, gerekirse bu 100 binine “hadi siz de
memleketinize” diyeceğim. Bunu yapacağım! Niye? Benim vatandaşım
değil bunlar. Ülkemde tutmak zorunda değilim…”
Beyanatı veren o zaman başbakan olan
şimdiki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Yine aynı
mantık, yine şantaj, yine tehdit…
Bazen arıyorum, Türkiye için güzel bir
şeyler yazayım diyorum.
Bulamıyorum.
Ama sonunda buldum.
Türkiye, Macar Milli Takımını 3-1
yenmişti. Onu da bir gün yazarım… Ancak bunu bulabildim, idare ediverin…
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve
dostlarım.
Bu yazım kendilerini tanımak şansına
vardığım İris’e, Eli’ye, Taki’ye, Anastasia’ya gitsin. Dr.Danapulos’a gitsin.
Ve de en çok sevgili arkadaşım Tanaş Dukoviç’e ile çocuklarına gitsin… Bu
yazımı Rum dostlarıma ithaf ediyorum…
Ve Tolga Theo Atinula, bu yazım için bana sen ilham verdin. Teşekkür
ederim dostum…
Bu hafta da bu kadar.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın.
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça;
Agos Gazetesi – 30 Ocak 2011
Demokrat Haber – 26 Haziran 2012 – Mihail
Vasiyadis
Bianet – 17 Kasım 2014 – Rita Ender
Hülya Demir ve Rıdvan Akar – İstanbul’un
son sürgünleri
Yönetim Bilimleri dergisi
Rıdvan Akar – 60 yıl geciken özür
Babil derneği – 20 kilo, 20 dolar
Radikal Gazetesi 31.03.2010 – Oral
Çalışlar